5/C SINIFININ WEB SİTESİ
  Müzeler
 
ARKEOLOJİ MÜZESİ

Arkeoloji Müzesi
Ressam,arkeolog Osman Hamdi beyin kurucusu olduğu müze 13 Haziran 1891 de Müze-i Hümayun ismi ile açılmıştı. 1902 ve 1908 tarihlerinde yan kanatları, yüzüncü kuruluş yılında 1991 de de modern büyük bir bölüm eklenmiş ve yeni düzenlemeler yapılmıştı. Abidevi binanın mimarı Vallaury idi. Giriş karşısında iri ve ürkütücü Tanrı Bes heykeli yerleşmiştir. Sağ tarafta Antik çağ heykelleri salonları uzanır. Konforlu, güzel bir teşhirde tamamı bakımdan geçip, temizlenmiş, Arkaik Çağdan, Roma devrine devam eden eşsiz heykeller sıralıdır. Salonların ilkinde Antik mezar taş ve rölyefleri sonra, Anadolu Pers egemenliği, Afrodisias buluntularının yer aldığı Kenan Erim salonu, Efes, Milet ve Afrodisias'tan eserler sergilenen Anadolu'nun üç Mermer Şehri salonu, Hellenistik devir Heykelleri, Menderes Manisa'sı ve nihayet Hellenistik tesirli Roma ve Roma devri heykelleri salonları bulunur.

Giriş sol tarafında hediyelik, hatıra eşyaları ve kitapçı reyonundan sonra Osman Hamdi Bey hatıra salonu sonrada Sayda Krallar Nekrapolü'nden bizzat kendisinin kazıp, çıkarttığı eserlerin salonları uzanır. İlk üç lahit Sayda kralı Tabnit ailesine aittir. Benzersiz bir Likya lahdi ile Satrap lahdi de buradadır. Sonraki bölümde M.Ö.4 yy.a tarihlendirilen, dünya ünlüsü İskender lahdi ile Ağlayan kadınlar lahdi vardır. Büyük İskender'e ait olduğu zannedilmiş olan lahitin 4 tarafı Makedonyalılar ile Persler arasında savaş ve av sahnelerini gösteren yüksek kabartmalar ile süslenmiştir. Yeni ek bina girişi yan duvarında Assos Athena mabedinin ön yüzü bire, bir ölçülerde canlandırılmıştır. "İstanbul Çevre Kültürleri" bölümü, değişik çağlara ait civar buluntu ve tümülüs kazılarında ortaya çıkarılmış şahane eserlerin modern ve güzel biçimde sergilendiği ilk salondur. Bizans devri eserleri salonu da buradadır. "Çağlar boyu Istanbul" bölümü ve üst katlarda, karşılıklı vitrinlerde çağdaş eserlerin yer aldığı, "Çağlar boyu Anadolu ve Truva" , "Anadolu ve Komşu Ülkeler Medeniyetleri": Filistin, Suriye ve Kıbrıs eserleri kronolojik sıralama ile teşhir edilmektedir.
 
1883 yılında Osman Hamdi Bey tarafından ülkemizdeki ilk Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Akademisi) olarak yaptırılan binanın içinde bulunan Eski Şark Eserleri Müzesi; Fatih Sultan Mehmet tarafından 1472 yılında yazlık köşk olarak yaptırılan ve ülkemizin en zengin ve önemli Müzesi, 1992 yılında Avrupa'da 45 müzenin katıldığı yarışmada birinci olarak Avrupa Konseyi tarafından "Yılın Müzesi" seçilmiştir.

TÜRK İSLAM ESERLERİ MÜZESİ
 
 
Türk ve İslam eserlerini topluca kapsayan ilk Türk müzesi olma özelliğine sahiptir.1914 yılında Evkaf-ı İslamiye Müzesi adıyla Süleymaniye Külliyesi İmaretler bölümünde kurulan müze, 1965-1983 yılları arasında onarılan İbrahim Paşa Sarayı'na taşınmış ve 1983 yılında ziyaretçilere açılmıştır. Türk İslam Eserleri Müzesi Sultan Ahmet Meydanı batısında yer alan İbrahim Paşa Sarayı (16 yy.) 1983 yılından beri Türk ve İslam Eserleri Müzesidir. Sultan sarayları dışında günümüze gelen tek özel saraydır. Kemerler üzerine yükseltilmiş yapı 3 taraftan ortadaki terası çevreler. Terastan müzenin ilk bölümüne merdivenlerle ulaşılır. Odalar ve salonlarda İslam dünyasının değişik ülkelerinde meydana getirilmiş nadir sanat eserleri sergilenmektedir. Taş ve pişmiş toprak, metal ve seramik objeler, cam eşyalar, el yazma kitaplar devirlerinin en kıymetli örnekleridir. Büyük salonların bulunduğu geniş camekanlı kısımda, 13-20 yy.ların el işi Türk halılarının şaheser örnekleri sergilenir. Bu eşsiz koleksiyon dünyanın en zengin koleksiyonudur. 13 yy. Selçuklu halıları ve sonraki asırlara ait diğer parçalar itina ile sergilenmişlerdir. Halı bölümünün alt katı son birkaç asrın Türk günlük yaşamı ve eserlerinin sergilendiği Etnoğrafik bölümdür.

VAKIFLAR HALI KİLİM MÜZESİ

Vakıflar Halı Kilim Müzesi Türkiye Cumhuriyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü çok zengin halı ve kilim koleksiyonuna sahiptir. Bunların seçilmiş bir kısmı sergilenmektedir. Sultan Ahmet Camii, Sultan Mahfili yanındaki bölümlerde halılar, cami altındaki tonozlu galerilerde de kilimler vardır. 13-19 yy. halılarını en mutena örnekleri mahfile çıkan rampa yolda ve sultana ait odalarda asılmışlardır. Bakım ve gerekli tamirleri yapılmış halılar güzel bir müzecilik anlayışı ile sergilenmektedirler.

MOZAİK MÜZESİ
 

Mozaik Müzesi
Sultan Ahmet Camii Çarşısı M.S. 4 ile 6 yy. arasına tarihlenen eski “Büyük Saray” kalıntılarının üzerine inşa edilmiştir. Buraya ait yer mozaikleri çarşının alt tarafında, orijinal yerlerinde bulunmuştur. 1930’larda ortaya çıkarılan mozaikler büyük bir salonun tabanını süslemekteydi. Av, günlük yaşamdan sahneler ve dekoratif desenler yüksek kalitede işçilik eserleridir. Meduza Kafası, bir aslan avından sahneler, akantus yaprakları ile sarılmış büstler en göz alıcı sahnelerdir. Çok realist işlenen bu sahneler Roma Devri Antakya Ekolu üslubunda yapılmışlardır. Şehrin diğer semtlerinde bulunan mozaiklerde kalıplarla korunarak buraya getirilmişlerdir.
 
Büyük Saray Mozaikleri Müzesi, Sultanahmet Camii'nin güneyinde, camiinin külliyesi olan arasta içerisinde yer almaktadır. Müze, Bizans İmparatorluğu Büyük Sarayı'nın revaklı avlusunun kuzeydoğu bölümünde kısmen sağlam kalmış mozaik döşemeyi içine alacak şekilde yapılmıştır.

AYASOFYA MÜZESİ

Ayasofya Müzesi Dünyanın 8.harikalarından birisi sayılan Ayasofya, Sanat Tarihi ve mimarlık dünyasının 1 numaralı yapısı hüviyetindedir. Bu yaşta ve bu ebatta zamanımıza gelebilmiş ender eserlerdendir. Orijinal adı Hagia Sofia olan, Türklerin Ayasofya dedikleri yapı yanlış bir şekilde, Saint Sofia olarak bilinir. Bazilika, Sofia isimli bir azizeye değil, Kutsal Hikmet’e ithaf edilmişti. Önceki bir pagan mabedinin yerinde yapılmış 3 ayrı bazilika aynı isimle anlatılmıştı. İmparator Büyük Konstantin devrinde kilise yapılmadığı halde, bazı kaynaklar, ilk Ayasofya Bazilikasının onun tarafından yaptırıldığını iddia ede gelmiştir. Küçük ölçülerdeki ahşap çatılı ilk yapı 4. yy. ikinci yarısında Büyük Konstantin’in oğlu Konstantinus zamanında yapılmıştı. 404 yılında, bir isyan sırasında yanan ilk yapının yerine, daha büyük ölçülerde inşa edilen 2. kilise 415 yılında törenle açılmıştı. 532 yılında Hipodromda yapılan bir araba yarışı sonucu çıkan kanlı isyan on binlerce şehirlinin ölümüne ve pek çok binanın yakılmasına sebep olmuştu. “Nika” isyanı diye bilinen ve İmparator Justinyen aleyhine gelişen bu isyanda Ayasofya Kilisesi de yakılmıştı.

İsyanı zorlukla bastıran İmparator Justinyen “Adem’den beri hiçbir devirde görülmemiş ve görülmeyecek” bir ibadethane yapmak için harekete geçti. Önceki bazilikanın kalıntılarının üzerine 532 yılında yapılmaya başlanan, Hıristiyanlık âleminin bu en büyük kilisesi beş yılda tamamlanarak, 537’de merasimlerle açıldı. İmparator hiçbir masraftan kaçınmayarak devlet hazinesini mimarların önüne saçtı. (Tralles’li Anthemius ile matematikçi, Miletoslu İsidorus) Kubbe inşaatı Roma mimarisi tarafından geliştirilmiştir, Bazilika planı da eski devirlerden beri tatbik edilmekte idi. Yuvarlak yapıların üzerleri çok büyük ölçüde kubbe ile örtülebilmişti. Ancak Justinyen Ayasofya’sındaki gibi dikdörtgen bir mekan ortasında, dev ölçüde bir merkezi kubbe yapımı, mimarlık tarihinde ilk kez deneniyordu. Rahiplerin koruyucu duaları okumaları devam ederken, İmparatorluğun hemen her yerinde mevcut olan erken devir kalıntılarından getirtilen çok sayıda ve değişik mermer parçaları, sütunlar yapıda kullanıldı. Sonraları da bu devşirme malzeme ve bilhassa sütunlar için, neye yarayacağı anlaşılmaz, bir sürü orijin hikayesi uyduruldu. Justinyen devrinde Ayasofya bir zevk ve gösteriş ürünü olarak ortaya çıkmıştı. Sonraki devirlerde ise bir efsane ve sembol olarak kabul edilmiştir. Bin yıl süre ile aşılamayan ölçüleri yanında finans zorlukları ve teknik yetersizliklerden ötürü efsanevi görülmüş, böyle bir yapının ancak kutsal kuvvetlerin yardımı ile yapılabileceği zannedile gelmişti. Ayasofya bir 6yy. Bizans devri eseri olmakla beraber, ön misali olmayan, sonraki devirlerde de taklit edilmeyen Roma mimari geleneğine bağlı bir “Deneme” dir. Dış ve iç görünüşteki tezat ve iri kubbe Roma’nın mirasıdır. Dış görünüş zarif değildir, proporsiyonlara dikkat edilmemiş, bir kabuk gibi yapılmıştır. Bunun tersine iç görünüm saray gibi görkemlidir, göz alıcıdır; yapı, dev bir “İmparatorluk” eseridir. Açılış merasiminde heyecanına hakim olamayan İmparator atların çektiği arabası ile içeriye dalmış, Tanrıya şükür ederek, Süleyman Peygambere üstün çıktığını haykırmıştı. Bazilika etrafını çevreleyen yüksek binaları ile büyük bir dini merkez olarak gelişmişti. Bizans İmparatorları ile Doğu Hıristiyan kilisesinin yüzyıllar sürecek çekişmeleri için sahne artık hazırdı. Eşsiz ve üstünlüğüne rağmen yapının hayati önemde hataları vardı. En önemli mesele kubbenin iriliği ve yan duvarlara yaptığı basınç idi. Böylesine bir kubbenin ağırlığının temellere aktarılması için lazım olan mimari unsurlar o devirde henüz tam gelişmemişti. Yanlardan dışa doğru eğilen duvarlar orijinal, basık kubbenin 558 yılında yıkılmasına şahit oldular. Yapılan ikinci kubbe daha yüksek ve daha küçük çaplı tutulmuştu. Bu kubbenin de yarıya yakın kısmı 10 ve 14 yy'’arda 2 defa daha çökmüştür.

Ayasofya her devirde hazineler dolusu sarflar yapılarak ayakta tutulabilmiştir. Türk’lerin şehri 1453 yılında fethetmeleri, harap durumdaki Ayasofya’nın derhal camiye çevrilerek kurtarılmasına sebep olmuştur. Türk mimarı Koca Sinan’ın 16.yy.da eklediği payanda duvarları, 19. yy. ortasında Mimar Fossati kardeşlerin ve 1930’dan itibaren yapılan diğer restorasyonlar ve kubbenin demir kuşak ile çevrilmesi önemli tamirlerdi. 2000 li yılların restorasyonları, mevcut madeni portatif iskele ile daha seri yapılabilecektir. Ayasofya 916 yıl baş kilise ve 477 yıl cami olarak, aynı tanrıya inanan 2 değişik dinin hizmetinde olduktan sonra Atatürk’ün emri ile müze yapılmıştır. 1930-1935 yılları arasında ortaya çıkartılıp temizlenen bir kısım mozaikler Bizans'ın önemli sanat eserleri arasında yer alırlar.Bizans ve Osmanlı döneminin izlerini taşıyan muhteşem mimarisi ile ülkemizin en çok ziyaret edilen ilk üç müzesinden biridir.

ZİYARET

Avlunun içerisindeki müze girişi, asırlar sonra yeniden kullanılmaya başlanan, batı yönündeki orijinal kapıdır. Girişin yanında önceki, ikinci binanın kalıntıları görülür. Vaftiz olamayanların girebildikleri dış koridor 5 kapı ile iç koridora, burası da 9 kapı ile kilisenin esas kısmına açılır. Ortadaki yüksek kapı İmparatorluk kapısı idi. Bunun üzerindeki mozaik pano 9. yy. sonunda yapılmıştır. Ortada taht üzerinde oturan pantokrator İsa’dan bir imparator şefaat istemektedir. Yanlardaki madalyonlarda Meryem Ana ve Baş Melek Gabriel’in portreleri vardır. İç koridor ve yan neflerin tavanındaki diğer figürsüz mozaikler Justinyen devri orijinalleridir.Yapının ana kısmında ziyaretçiyi görkemli ve muazzam bir mekân karşılar. İlk adımdan itibaren kubbenin tesiri derhal hissedilir. Sanki havaya asılı gibi durmakta ve bütün binayı kaplamaktadır. Duvarlar ve tavanlar mermer ve mozaiklerle kaplı, rengarenk bir görünüştedir. Kubbe mozaiklerinin 3 değişik renk tonu, yapılan 3 değişik tamirat devrini gösterir. Yüksekliği ve çapı ile dünyanın en büyük kubbesi iken günümüzde de sayılı büyük kubbelerindedir. Yapılan tamiratlardan dolayı kubbe tam bir çember değildir. Kuzey – Güney çapı 31,87 m.dir. Doğu – Batı çapı 30,87 m. olup yüksekliği 55,60 m.dir. Kubbenin dayandığı 4 pandantifte, 4 kanatlı melek figürü, yüzleri kapatılmış olarak yer alır.

Dikdörtgen, geniş orta mekanın sütunlarla ayrılmış 2 yanında, karanlık neftler uzanır. Orta mekan 74.67 x 69.80 m.dir. Alt katta ve galerilerde toplam 107 sütun vardır. Ayasofya sütun başlıkları tüm yapının en karakteristik ve belirgin, klasik, 6. yy. Bizans süsleme örnekleridir. O çağa ait bir özellik olan derin oyulmuş mermerler güzel bir ışık, gölge oyunu ortaya serer. Ortalarında İmparator monogamları bulunur. Köşelerde yer alan antik porfir sütunlar, yeşil Selanik mermerinden yapılma orta sütunlar ve tümünün beyaz mermerden yapılma, zengin işlemelerle süslü başlıkları insanı eski günlere götürür. Ayasofya’yı boş bir müze görünümünden sıyırıp bazilika veya cami olarak kullanıldığı, gösterişli, mistik, değişik, eski orijinal görünümünde hayal etmek lazımdır. Büyük bir İmparatorluğun baş kilisesi olduğu devirlerde apsis önünde yer alan bölme, altar, ambon ve diğer merasim gereçleri altın ve gümüş levhalarla kaplı, fildişi ve mücevherlerle süslü idiler. Bazı kapılar bile böylesine kıymetli madenlerle kaplı idi. Latin istilası bütün bunları ve diğer bazı mimari parçaları sökerek Avrupa’ya taşımıştı.Apsis yarı kubbesinde kucağında çocuk İsa ile Meryem Ana, sağ yanda da Baş Melek mozaikleri bulunmaktadır. Karşı duvardaki bir başka melek figürü tahrip olmuştur.

Galeriler seviyesinde duvarlara asılı, deri üzerine yapılmış 7.5 m. çapındaki büyük diskler ve kubbedeki yazıt, eserin cami olarak kullanıldığını hatırlatırlar. 19. yy. ortalarında dönemin büyük ustaları tarafından yazılan bu kaligrafiler birer şaheserdir. Yuvarlak tablolarda Allah, Hz. Muhammed, 4 Halife ve Hasan-Hüseyin isimleri yazılıdır. Döneminin güzel örnekleri mihrap üstü vitraylar, apsis içine yerleştirilmiş cami mihrabı, yanındaki minber ve mevlithanlar balkonu Türk dönemi ekleridir. Zeminde yer alan, renkli mermer parçalarından yapılmış kare kısım, belki 12. yy.da ilave edilmiş, İmparatorların taç giydiği mahaldir.

Ayasofya Müzesi

Üstün kaliteli mermerden yapılmış iki küresel iri kap orta mekânın giriş yanlarında yer alır. Antik orijinli bu kaplar geç 16. yy’da Bergama’dan getirtilmiştir. Binanın kuzey köşesinde “terleyen sütun” bulunur. Alt kısmı bronz bir kuşak ile çevrilmiş, parmak sokulabilen bir dilek deliği olan sütun hakkında bolca masal ve efsane vardır. Binayı dışardan destekleyen payandaların kuzeydeki ilkinin içerisi rampadır. Üst galerilere bu rampa ile çıkılır. Binayı üç yönden kuşatan galerilerden muhteşem iç mekan bambaşka görülür. İmparatorluk kadınları ve kilise toplantıları için ayrılmış kısımları vardır. Kuzey kanatta bir, güney kanatta da 3’lü figürler halinde 3 mozaik pano bulunur. Güney galeride, yanındaki pencereden giren gün ışığı altında, Bizans mozaik sanatının şaheser panosu yer alır. Buradaki konu, çok geniş son mahkeme sahnesinin tam ortasında bulunan; “Diesis” diye bilinen, üçlü figürdür. Ortada İsa onun sağında Meryem, solunda ise Hz. Yahya yer alır. Değişik dizili arka fon mozaikleri, figürlerin güzelliğini daha da artırır, yüz ifadeleri fevkâlede realisttir.
Güney galeri dibindeki 12. yy. mozaik panoda, Meryem Ana ve çocuk İsa, İmparator II. Komnenus, İmparatoriçe İrene, yan duvarında hasta Prens Aleksios yer alır. Takdim edilen rulo kiliseye bağışları, deri kese ise altın yardımını belirtmektedir. Macar asıllı imparatoriçenin ırk özellikleri; açık ten ve açık saç rengi belirgindir. Buradaki ikinci pano, tahta oturmuş İsa, yanında İmparatoriçe Zoe ve üçüncü kocası Konstantin Monomakhos'dur, Konstantin’nin kafası ve üstündeki yazıt kazınıp, tekrar yapılmıştır. Orijinal mozaik Zoe’nin ilk kocasına aitti. Bu panoda İmparatorluk ailesinin kiliseye şükran ve bağışları sembolize edilmektedir.İç koridordan müzeyi terk ederken görülen büyük bir mozaik pano 10. yy’dan kalmadır. Bozuk perspektifli figürler: Ortada Meryem Ana ve çocuk İsa, yanlarda ise şehir maketini sunan Büyük Konstantin ile Ayasofya maketini sunan Justinyen'dir. Çıkışta kısmen zemine gömülü M.Ö. 2. yy’dan kalma muazzam bronz kapılar Tarsustan, belki de bir pagan mabetinden getirtilerek, burada tekrar kullanılmıştır.
Müze bahçesinde değişik devirlerde inşa edilmiş Türk Sanat eserleri bulunur. Bunlar bazı sultanların türbeleri, okul, saat ayar evi ve şadırvandır. Doğu cephesi minareleri 15, batıdakiler de 16. yy’da eklenmişlerdir.

ESKİ ŞARK ESERLERİ MÜZESİ

Eski Şark Eserleri Müzesi

Arkeoloji Müzeleri girişi solunda yer alan ilk binadır. Bir okul binası iken 1917 de müze olarak kullanılmaya başlanmıştı. 1963- 1973 yıllarındaki yeni düzenleme ile modern hale getirildi. I Dünya savaşları öncesi, Osmanlı idaresindeki Mısır ve Orta Doğu ülkelerinden getirtilen kültür eserleri, Anadolu Uygarlıkları buluntuları ile eşsiz ve güzel bir koleksiyon oluşturur.

 

Müze girişine Neo- Hitit devrine ait 2 bazalt aslan heykeli yerleşmiştir. Mezopotamya, Mısır, Anadolu bölümleri ile İslam öncesi Arap yarımadası eserleri bölümleri üst kattadır. Eski ve Yeni Sümer çağlarına ait eserler, firavun mezarı buluntuları, Arap mezar taşı heykelleri , Asur ve Babil kültürlerine ait kıymetler teşhir edilen koleksiyon parçalarıdır. Hatti, Hitit ve Urartu eserleri de sergideki diğer eserlerdir. Müze 70 bin levhadan oluşan çok zengin, nadide çivi yazısı koleksiyonuna sahiptir.

ASKERİ MÜZE
 


Askeri Müze

Türünün ikinci en zengin örneğidir. Askeri Müze ve Kültür Merkezi 1993 yılında şimdiki yerinde, çok başarılı, modern bir sergileme düzeninde tekrar açılmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ünde yetiştiği eski Harp Okulu binası tadil ve eklentiler ile müzenin elli bin parçadan oluşan koleksiyonunun dokuz bin eserine, 22 salonda mekan olmuştur. Müzenin doğu kanadı sergi, toplantı ve benzeri sosyal faaliyetler için kullanılmaktadır. Ok, yay salonunu takiben süvari araç ve silahları, kesici silahlar, Yavuz Sultan Selim, Fatih Sultan Mehmet ve İstanbul’un fethi bölümü, erken İslam, İran, Kafkas, Avrupa ve Türk silahları, eşsiz miğfer ve zırh bölümü,ateşli silahlar, otağ ve çadırlar alt kat salonları eserleridir. Üst katta 1 Dünya savaşları, Gelibolu ve Kurtuluş Savaşı hatıraları, yakın tarih üniformalar ve Atatürk salonları Bulunmaktadır. Müzede Mehter Bandosu konserleri verilmektedir.

TOPKAPI SARAYI

 
Topkapı Sarayı
İstanbul'un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından 1460 - 1478 yılları arasında yaptırılan ve zamanla yeni eklemelerle genişletilen Topkapı Sarayı, yaklaşık 380 yıl imparatorluğun yönetim merkezi ve padişahların evi olarak kullanılmıştır. Dolmabahçe Sarayı'nın yapılmasından sonra terk edilen Saray, önemini her zaman korumuştur. Sultan I. Abdülmecit ve Sultan Abdülaziz dönemlerinde özel izinle Saray'ın bazı bölümlerin ziyarete açıldığı bilinir.
 
Dünyada günümüze gelebilmiş sarayların en eskisi ve genişi Topkapı Sarayıdır. Atatürk’ün emri ile 1924 yılından beri müze olarak kullanılmaktadır. Konumu Halic’i , Boğaziçi’ni ve Marmara denizi gören, çok gözel manzaralı, İstanbul’un ilk kuruluş yeri olan bilinen akropol tepesidir. Tarihi İstanbul üçgen yarımadasının en uç noktasında, 5 km.yi bulan surlarla çevrili, 700.000 m2 özel araziye sahip bir kompekstir. İstanbul’un fethini 1453’te gerçekleştiren genç Fatih Sultan Mehmet, İmparatorluk tahtını bu şehre taşımıştı. Kurduğu ilk saray şehrin ortasında bulunmaktaydı. 1470’lerde yaptırdığı ikinci saraya, önceleri yeni saray, yakın tarihlerden beri de Topkapı Sarayı denilmektedir. Burası, tarihte bilinen diğer Türk sarayları gibi, klasik bir Türk sarayıdır. Değişik fonksiyonları olan, ağaçlarla gölgelendirilmiş, biribirini takip eden ve abidevi kapılarla ayrılmış avlulardan oluşmuştur. Fonksiyonel yapılar bu avluların çevresine serpiştirilmiştir. Saray, kurulduğu çağdan başlayarak Sultanların yaptırdığı birçok değişiklik ve eklemelerle sürekli gelişmiştir. Sultanların 1853’te gösterişli Dolmabahçe Sarayına taşınmaları ile resmi saraylıktan çıkmış ve hızla harap olmaya yüz tutmuştu. Cumhuriyet döneminde 50 yılı aşan sürekli onarımlar Topkapı Sarayını eski sade güzelliğine kavuşturmuştur. Sarayda sergilenen müze parçalarının pek çoğu dünyada eşi-benzeri olmayan şaheserlerdir. Saray olarak kullanıldığı devirlerdeki fonsiyonları, tarihteki diğer saraylara göre oldukça değişiktir. Burası imparatorluğun tek sahibi Sultanın resmi ikametgâhı olmakla beraber, resmi devlet işlerinin merkezi, bakanlar kurulunun toplantığı, devlet hazinesi, darphanesi ve arşivlerinin bulunduğu yerdi. İmparatorluğun en yüksek öğrenim kurumu, Sultanın ve devletin üniversitesi de sarayda bulunurdu. Osmanlı Türk İmparatorluğunun kalbi, beyni ve her anlamdaki tek merkezi burasıydı. Kuruluşundan epey sonra da sultanların özel haremleri de bu saraya yerleştirilmişti. Osmanlı Türk İmparatorluğu Türklerin tarihte kurduğu 16 bağımsız devletten en uzun ömürlü ve en geniş topraklara sahip olanıdır.
622 yıl süren bu dev imparatorluk Akdeniz’i ve Karadeniz’i çevreleyen Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarında yüzyıllarca hüküm sürmüştür. Değişik ırk ve değişik dinlerden pek çok ulusu idaresinde birleştirmiştir. Tarihte böylesine geniş topraklara bu kadar uzun süre hükmeden diğeri de Roma İmparatorluğudur. Osmanlı Türk İmparatorluğunda 36 Sultan hüküm sürmüş ve 16. yy. başlarından itibaren, halifelik ünvanı ile de, İslam dünyasının dinsel hükümranlığını üstlenmiştir. Sarayda Sultanın özel avlusunda bulunan okulda eğitimini tamamlayan yetenekli memurlar, geniş imparatorluğun yönetimi ve örgütlenmesinde büyük bir sadakatla başarı göstermişlerdir. Vezir ve sadrazamların pek çoğu bu okulun mezunları idi. Topkapı Sarayında gün ışığı ile başlayan hayat her adımda, her durumda, büyük tören ve katı protokol kurallarına bağlı idi. Asırları bulan kökleşmiş gelenek ve göreneklere herkesin uyması şarttı. Bu husus imparatorluğun çöküş devrinde bile kati kuraldı. Batı dünyası protokol usülleri, daima bu sarayın kurallarının etkisinde kalmıştır. Topkapı Sarayının sahil köşk ve pavyonları geçen yüzyıl sonlarında tahrip olmuşlardır. Değişik çini, ağaç işleri ve mimari üslupları, Topkapı Sarayında Türk sanatının gelişmesini, üslup farklarının uyumunu en güzel şekilde gösterir.
 
Topkapı Sarayı Müzesi'ne bağlı Şerifler Yalısı Sultan I.Abdülhamit döneminde yapılmış selamlık köşktür.

BİRİNCİ AVLU

Sarayın birinci avlusuna Bab-ı Hümayun diye bilinen İmparatorluk kapısından girilir. Kapı dışındaki anıt çeşme 18. yy. Türk sanatının en güzel örneklerindendir. Birinci avluda saray fırınları, darphane, muhafız alayı, odun depoları ve aşağıdaki düzlüklerde özel sebze bahçeleri yer alırdı. Sarayın ilk yapısı Çinili Köşk ve Arkeoloji Müzeleri de bu avludadır. Girişi takiben solda 6. yy. Bizans eseri olan Aya İrini Müzesi yer alır.

İKİNCİ AVLU

Topkapı Sarayı Müzesinin ana girişi, ikinci kapı olan Bab-üs Selam, orta kapıdır. İkinci avlu devlet ve hükümetin yönetim merkezidir. Yalnızca sultanların at bindiği bu avluda, halktan resmi işi olanlar, özel ödeme günlerinde maaşlarını alan yeniçeri temsilcileri, elçi kabulleri ve devlet törenleri yapılırdı. 5-10 bin kişinin mevcut olabildiği törenlerde, tam bir sessizliğin hüküm sürdüğü bilinir. Sultanların katıldığı tören ve olaylarda imparatorluk tahtı bu avlunun diğer yanındaki kapının önüne yerleştirilir ve bir saygı ifadesi olarak tüm katılanlar elleri önlerinde kavuşmuş olarak dururlardı. Avlunun sol yanında kabinenin toplandığı yönetim bölümü yer alır. Sarayın tek kulesi de buradadır. Devlet adaletinin bu divanda dağıtılmasından dolayı buraya Adalet Kulesi denilirdi. Bu kuleden bütün İstanbul ve liman gözetlenebilirdi. Kulenin tek girişi harem kısmında bulunmaktadır.

HAREM

16 yy. ortalarına kadar şehrin başka semtindeki Eski Sarayda yerleşikti. Topkapı Sarayı Haremi dar uzun koridorlar, küçük iç avlular etrafına serpiştirilmiş 400 kadar odadan oluşmuştur. Burası çağlar boyunca değişikliklere uğrayarak gelişmiştir. Sultanın annesi, kız, erkek kardeşleri, ailenin diğer fertleri ve geniş aileye hizmet eden cariye ve harem ağalarının bulunduğu evin özel bölümü durumunda idi Harem. Dışarıya kesinlikle kapalı olan bu özel, Harem bölümü için asırlar boyu pek çok öyküler anlatılmıştır. Sultana ve ailesine hizmet verecek cariyeler, çeşitli ırkların en güzel ve sıhhatli kızları arasından seçilir veya hediye edilirlerdi. Çocuk yaşta hareme giren kızlar yıllar süren kati disiplin içinde yetiştirilillerdi. Saray usullerini öğrendikten sonra, belirli sınıflara ayrılmış bu cariyelerden sultanın gözüne girebilenler, onun karısı bile olabilirdi. İmparatorlukta kraliçe unvanı yoktu. Haremin bütün idaresi sultanın annesinin elinde idi. Zenginlik ve ihtişamın yanında dedikodu, kin ve sultana daha yaklaşabilmek için mücadele, yaşamın bir parçası idi. Yeni bir sultanın tahta geçişi, eski sultanın hareminin bir başka saraya gönderilmesine sebep olurdu. İdaresi ve kişiliği zayıf sultanlar devirlerinde harem kadınları ve harem ağalarının yönetime etkileri ve çevirdikleri entrikalar hemen ortaya çıkardı. Bütün güzellikler, entrikalar ve çirkinlikleri ile birlikte haremde yaşam, çağdaşı kadın dünyasından üstün bir yaşam şekli idi. Harem bölümünün ancak bir kısmı ziyarete açıktır. Hareketli ve renkli eski günlerinin tam tersine loş koridorlar, boş odalar ziyaretçinin ancak hayal gücünde canlanabilir. Harem gezisi sultan annesine tahsis edilen bölüm ile 40 odalı kısımdan başlar. Büyük hamam ve kubbeli, geniş sultan salonu sonraki bölümlerdir. Her münasip yere çeşme ve ocak yerleştirilmiştir. Enteresan çeşmelerin aktığı havuzlu, büyük salon 16. yy. şahane çinileri ile süslü olup, III. Murat devri eseridir. Küçük kütüphane odasına ve çok enteresan meyve ve çiçek resimleri ile bezeli “yemiş odasına” salonun dip tarafından girilir. Harem turunun sonunda gezilen iki 16. yy. odası, camları güzel vitraylar ve duvarları zengin dekorla kaplıdır. Bu çift oda şehzadeye tahsis edilmişti.

SİLAH KOLEKSİYONU VE DİVAN ODASI

Geniş saçaklı “Divan-ı Hümayun” bölümünün yanındaki büyük yapı devlet hazinesi idi. 8 kubbeli bina eski silahların modern biçimde sergilendiği zengin bir koleksiyondur. Sultanların kullandığı zırh ve silahlarla, saray ve ordu mensuplarının değişik çağlarda kullandıkları silahlar, diğer ülkelerden ele geçirilenlerle birlikte teşhirdedirler. . Hükümet üyelerine tahsis edilmiş Divan bölümü yanında sarayın tek kulesi Adalet Kulesi yükselir. Divan toplantıları Sadrazam başkanlığında toplanan Vezirler ve katipler ile yapılırdı. Sultanlar toplantıya katılmaz ancak, duvarda harem bölümüne açılan yüksek, perde ile kapalı bir pencereden toplantıyı dinleyebilirdi. Elçi kabullerinde ziyafet sofrası bu salonda kurulurdu.

MUTFAKLAR VE PORSELEN KOLEKSİYONU

İkinci avlunun sağ tarafında 20 bacalı saray mutfakları yer alır. Sarayda mevcudu 12.000”i geçen Çin ve Japon porselenlerinin 2500 kadarı bu bölümde sergilenmektedir. Buranın mutfak olarak kullanıldığı günlerde sayıları 1000’i geçen aşçı ve yardımcıları, sarayın değişik bölümlerine tahsis edilmiş yemekleri pişirip, gönderirlerdi. Günümüzdeki porselen teşhiri kronolojik ve modern bir sergidir. Dünyanın en zengin koleksiyonunun seçilmiş parçalarıdır. Mutfakların bir bölümü eskisi gibi muhafaza edilmiş, diğer bölümünde de İstanbul işi porselen eşya ve cam işi teşhire sunulmuştur. Ayrı bir bölümde gümüş eşya ve Avrupa porselenleri koleksiyonu yer alır. Eşsiz Çin seledonları giriş sağ salondadır. Mavi beyazlar, tek ve çok renkli porselen teşhirleri, Japon porselen salonu ile nihayetlenir. Helvahane bölümünde günlük yaşamda kullanılan madeni kapkacak, kahve takımları, tombaklar sergilenmektedir. ÜÇÜNCÜ AVLU Üçüncü avluya Bab-üs Saade denilen, Ak Hadım Ağaların kontrol altında tuttuğu, ancak özel izni olmayan hiç kimse geçemediği kapıdan, Sultanın özel avlusuna girilirdi. Saray Üniversitesi, Taht Odası, sultanın Hazine Dairesi ve Kutsal Emanetler bölümü bu kısımda yer alırdı. Sultanlar elçi kabullerini Taht Odasında yapar, yüksek devlet memurları ile de burada görüşürlerdi. Giriş karşısındaki taht odası hizmetkârları, güvenlik nedenleri ile sağır ve dilsiz kimselerden seçilirdi. Sultanın çeşitli, değişik hizmetlerini gören subay rütbeli personel aynı zamanda saray okulunun ileri gelenleriydi. Avlunun ortasında bulunan 18 yy. III Ahmet Kütüphanesi Barok üslubunun Türk mimarisine uyumunun tipik, güzel örneğidir.

ELBİSELER

Avlunun sağ yan bölümünde teşhir edilen sultan elbiseleri koleksiyonunun, dünyada bir benzeri yoktur. Özel saray tezgâhlarında, elde yapılmış kumaşlardan dikilen elbiseler 15. yy.dan beri itina ile bohçalanıp, özel sandıklarda saklanmış olup tamamı 2500 kadardır. İpek, altın ve gümüş simlerle işlenmiş elbiseler yanında, Türk Sanatının şaheserleri olan Sultanların kullandığı ipek halı, özel seccade örnekleri de teşhir edilmektedir.

HAZİNE

Topkapı Sarayı müzesinin hazine koleksiyonu dünyanın en zengin, bir numaralı koleksiyonudur. 4 odada teşhir edilen eserler otantik ve orjinaldir. Değişik yüzyıllardaki Türk mücevherat işçiliğinin şaheserleri, Uzak-Doğu, Hint ve Avrupa eserleri ile birlikte seyredenleri büyüler. Hazine Bölümü sergilemesi 2001 yılında modernize edilerek değiştirilmiştir. İlave bir ücret ile gezilebilen bölümde ilk odada Osmanlı İmparatorluğunun değişik çağlarda kullandığı biri som altın kaplamalı diğeri benzersiz mine ve kıymetli taşlarla süslenmiş, bir diğeri abanoz ağacı ve üzerine fildişi kakma motifli, ötekisi bağa ve sedef kakmalı, kıymetli taşlarla süslü dört taht ve sultanların nadide taşlarla süslü sorguçları, iri taşlı zümrüt askıları yer alır. İkinci odada Rus-Çin-İran-Hind el işi güzel eserler, devlet madalyonları sergilenmektedir. Üçüncü salon vitrinlerini Yeşim, tutya ve neceften yapılma eşsiz eserler, bir 16 yy. merasim miğferi, her biri 48 kg som altından yapılan iki büyük şamdan süsler. Dördüncü salonda merasim kılıç ve hançerleri, takı ve yüzükler yanında Sarayın sembolü Topkapı hançeri, Kaşıkçı Elması, III Mustafa’nın süslü zırhı ve altın üzeri değerli taşlarla süslü beşik sergilenmektedir. Üçüncü odayı dördüncüye bağlayan, Boğaziçi’nin girişine ve Asya sahiline hakim şahane manzaralı bir balkon vardır.

SAAT KOLEKSİYONU BÖLÜMÜ

Kutsal emanetlerin yanındaki oda, dünyanın en zengin koleksiyonudur. Giriş sağ tarafında Türk sanatkârlarını saatleri yer alır. Çok değerli duvar ve masa saatleri, cep saatleri 16-19. yy.lar arası tarihlenir. Değişik markalar saraya hediye edilmişlerdi. Salonun en büyük saati 3.5 metre boyunda ve 1 metre eninde İngiliz malı olup, içinde bir org vardır. Cep saatleri arasında Sultan Abdülmecit ve Abdülaziz’lerin portreli saatleri enteresandır. Kubbeden aşağıya sarkan kuş kafesinin altı enteresan, mineli bir saattir.

KUTSAL EMANETLER BÖLÜMÜ

16 yy. Mısır’ın fethini takiben saraya getirilen İslam'ın kutsal emanetleri o tarihten beri bu bölümde muhafaza edilmektedirler. Emanetlerin sergilenmesinden önce, bölüm Taht Odası olarak kullanılmıştı. Kubbeli odaların duvarları çinilerle kaplıdır. Hz.Muhammed’in kılıçları, yayı ve değerli bir kutu içerisinde muhafaza edilen hırkası koleksiyonun önemli parçalarıdır. Odadaki büyük, süslü işlemeli, kubbeli kafes gümüşten mamuldür. Diğer oda vitrinlerinde Peygamberin, mührü, sakal kılları, mektup ve ayak izleri sergilenmektedir. İlk el yazma Kuranlardan birisi, Kâbe’nin anahtarları, önemli kişilerin kılıçları diğer eserlerdir.

SULTAN PORTRELERİ GALERİSİ

Kutsal Emanetler bölümü ile Hazine arasında, müze müdüriyetinin bulunduğu önü sütunlu binadadır. Büyük salonda zaman, zaman değiştirilen sergiler yer alır. Topkapı Sarayı Müzesinde zengin, değişik belgeler, kitaplar, minyatürler, yazı takımları gibi kıymetli eserler bulunmaktadır. Bu nadide parçalar buradaki salonda zaman içerisinde sergilenir. Salonun balkon şeklindeki galeri duvarlarında Sultanların yağlı boya tabloları bulunmaktadır.

DÖRDÜNCÜ AVLU
Sarayın üçüncü avlusundan koridorlar ile dördüncü avluya, bahçeler içindeki pavyonlara geçilir. Burada sarayın tek ahşap pavyonu, 17. yy. zengin işlemeli ve çinilerle süslü Bağdat ve Revan köşkleri ve nihayet saraya inşa edilen en son yapı olan Mecidiye köşkü yer alır. Köşkün alt katı ziyaretçilere ayrılmış lokantadır. Bağdat köşkünün önündeki teras Haliç, Galata bölümü ve Eski İstanbul’un kubbeler ve minarelerden oluşan eşsiz manzarasının birlikte seyredilebileceği en uygun yerdir. Saray yamaç bahçeleri halka tahsis edilmiş büyük bir şehir parkıdır.

SADBERK HANIM MÜZESİ
 

Sadberk Hanım Müzesi Sarıyer girişindeki enteresan konaklardan 3 katlı bir yapı Koç Ailesi tarafından kurulan güzel bir müzeye mekan seçilmişti. Yıllar boyu biriktirilen nadide koleksiyon objeleri, geçen yüzyıllara ait giyim, kuşam ve hayat tarzına ait eserler, kıymetli kumaş, altın, gümüş ve porselenler müzede sergilenmektedirler. Hüseyin Kocabaş arkeolojik koleksiyonunun Koç Ailesi tarafından alınmasını takiben, bu çok zengin eserlerin teşhir edilmesi için yan bina satın alınarak müze genişletilmiştir. Kronolojik, modern ve tesir edici sergileme Neolitik çağdan başlayarak Hatti, Hitit, Urartu, Yunan, Roma, Bizans ve Selçuklu eserlerini kapsamaktadır.


 
 
 
 
 
 
  Bugün 5215 ziyaretçi (19514 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol